Ana içeriğe atla

Hikaye - Methria: Kayıp Kral - B6: Yeni Bir Sayfa

 

(Hikayeye yeni giriş yapan karakterimizi daha iyi canlandırabilmeniz adına temsili bir görsel bırakıyorum.)

Böyle bir şeyi beklemeyen Dede aldığı nefesi uzun süre tutmuş, sesin geldiği yere kulak kesilmişti. Çok kısa bir süre sonra hanın barlarının kenarından dizleri üzerinde emekleyerek hareket eden bir kız belirdi. Kızı gördüğü zaman Dede rahatlamışçasına nefesini verdi ve ayağa kalktı. Saçları oldukça kısa ve kırmızıya yakın bir tondaydı. Yüzünün sol tarafında kaşından başlayıp elmacık kemiğine kadar uzanan bir yara izi vardı. Çok kısa bir anlığına göz göze geldiler, gözleri de saçları gibi koyu kırmızıya yakın bir tondaydı. 11-12 yaşlarındaki çocuğun korktuğu gözlerinden rahatlıkla anlaşılabiliyordu. Dede, çevre halkının veya handan kaçmayı başarabilenlerin çoktan gardiyanlara haber verdiğini ve kısa süre sonra buraya geleceklerini tahmin edebiliyordu. Muhtemelen handan çıkmak için birkaç dakikaları vardı. Barda sadece ikisinin ayakta kalmış olmaları, pek tabii yanlış anlaşılabilirdi. Olasılıkları düşünmeye başlayan Dede, yaptığı şeyle çok vakit kaybettiğini fark edip kafasını sallayarak çocuğu handan çıkarmak üzere yanına doğru yaklaştı. Bu sırada yerde baygın olarak yatanlar yavaş yavaş kendilerine gelmeye başlamışlardı. Yabancı adamın kendi üzerine doğru geldiğini gören çocuk ellerini yaklaşma demek amacıyla Dede'ye doğru kaldırdı. Dede yaklaşmakta ısrarcı davranınca kızın ellerinde küçük bir ateş topu belirlemeye başladı. Anlık bir refleksle kendini yere atan Dede ucuz kurtuldu. Ateş toplarının çarptığı yerler bir anda alev almaya başladı. Kız ateş topunun fırlamasından sonra halsiz düşüp yere yığılmıştı. Dede kızın durumunu görünce etrafındaki insanları kontrol etti. Az önce yaşananları kimse görmemiş gibiydi, görmemeleri de gerekiyordu. Karşılaştığı durum fazlasıyla anormaldi. Yerde yatan adamlardan biri Dede'yi işaret ederek "Bu yaptı, yakalayalım!" diye bağırdı. Dede, yerde baygın bir şekilde yatan çocuğu kucağına alarak hızla hanın kapısından çıktı. Kalabalık bir gardiyan birliği, Dede handan çıktıktan yaklaşık 10-15 saniye sonra hanın önüne gelmişlerdi. Dede yeniden kıl payı kurtulmuştu. Hanın içindeki ayyaşlar öksürükler eşliğinde birbirini iterek handan çıkarken hanın önü çoktan yangını fark eden yerel halk tarafından doldurulmuştu. Bu durum Dede'ye ortadan kaybolmak için çok büyük bir fırsat sağladı ve sessizce kalabalığa karışarak sokak aralarında gölgeye karıştılar. 

Dede, kucağındaki çocukla birlikte kimisi ahşaptan kimisi taştan yapılmış tek katlı evlerin arasından; yer yer taş döşenmiş yer yer çamurlaşmış yolların üzerinden geçti. Hanın önündeki topluluğun gürültüleri halen kesilmiş değildi. Birkaç dakika sonra gıcırtılar eşliğinde bir yaygara koptu. Hanın çöktüğünü düşündürten bir gürültüyle birlikte han tarafından çığlıkların yükselmesi bir oldu. Dede, çığlıkları duyduktan sonra şöyle geriye doğru bir baktı. Koyu dumanlara kirli bir toz dumanı eşlik ediyordu. Umursamazca önüne döndü ve yürümeye devam etti. Gerginlik ve heyecan arasında nasıl geçip gittiği belli olmayan dakikaların ardından artık han tarafından gelen sesler kesilmişti. Dede şöyle bir etrafına bakındı. Birkaç sokak ötede bir meydan vardı. Meydanda çok insan gözükmüyor gibiydi. Muhtemelen hanın oraya gitmişlerdir diye içinden geçirdi. Birkaç adım ötedeki sağ tarafında bulunan kuytu köşeyi gözüne kestirdi. Etrafını kolaçan ederek kızıl saçlı çocuğu yavaşça duvara dayadı. Kendisi de hemen karşısındaki duvara kendini bıraktı. Çocuğun uyanmasını beklerken kendi kendine düşüncelere daldı...

*Dede'nin dilinden*

"Bu yaşta bir çocuğun böyle tehlikeli bir yerde ne işi var? Buralara nasıl düşmüş olabilir? Belki bu civarda doğmuştur ama her köşe başında farklı bir tehlike bulunan, var olmanın bile suç sayıldığı böyle iğrenç bir yerde neden çocuk dünyaya getirmek istersin ki? Belki de Suraltı'nda doğdu ve bir köle taciri tarafından kaçırıldı... İki olasılık da ailesinin pek sorumsuz olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Ah garibim... Yüzündeki yaraya bak, kim bilir neler çekti. Bendeki yaranın ilk açıldığı günleri hatırlıyorum da yeterince şey görmüş de olsam çektiğim acıdan dolayı günlerce kıvranmıştım... Henüz çok küçük ve yüzündeki yaranın da üzerinden uzun zaman geçmiş gibi duruyor. Nasıl katlanabilmiş olabilir acaba? Her türlü sonuçta bu çocuğun oldukça güçlü bir birey olacağına eminim...  Büyülerden haberi olmadığına da aynı şekilde. Bu kadar erken yaşta öyle bir büyüyü yapabilecek hiçbir kişiyi tanımıyorum ama nasıl? Büyü yaparken bir şey söylediğini de duymadım..."

Dede kendi kendine konuşmaya devam ederken kız yavaş yavaş gözlerini açtı ve karşısındaki beyaz saçlı adamın kendisine göre solda kalan bir noktaya dalmış olduğunu fark etti. Dikkatini dağıtmamak adına herhangi bir uyanmışlık belirtisi göstermeden sessizce adamı seyretti. Yaklaşık 5-10 dakika boyunca tek bir çıt dahi çıkarmadan oturduğu yerde durdu ve karşısındaki adamın zaman zaman değişen yüz ifadelerini izledi. Bir yandan da handa olanları düşünüyordu. Nihayet kendisine bir zarar vermek istemediğini düşünmeye başladığında, tabii bol miktar da sıkıldığı için, uyandığını belli etmeye karar verdi. Sağ tarafında gördüğü küçük bir taşı çok yavaş bir hareketle aldı ve adama doğru fırlattı. Dede, derin bir uykudan zorla uyandırılan bir insan misali yerinden zıplayarak kalktı ve hançerine davrandı. Bir yandan da telaşla bulundukları yerin sağını solunu kontrol ediyordu. Çocuğun daha fazla kendini tutamayıp kahkaha atmaya başlamasıyla derin bir nefes aldı ve kendini tekrar duvarın yanına bıraktı. Sırtını duvara yaslayıp başını gökyüzüne doğru kaldırdı. Yüzünde bir gülümseme belirdi ve giderek yaygınlaştı. Ardından düştüğü duruma kendisi de gülmeye başladı. Az önce yaşananları unutmuşçasına birkaç dakika güldükten sonra bir anda durumun absürtlüğünün farkına vardı ve aniden durdu. Yüzündeki gülümseme yerini yavaşça sert bir ciddiyete bıraktı. Karşısındaki adamın bu ani duygu değişimi çocuğu da hemen etkisi altına aldı. Dede alçak bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Buradan derhal çıkmalıyız. Umalım ki seni kimse görmemiş olsun, eğer fark edildiysen çok değil birkaç hafta sonra tüm Surüstü'nde seni arayan yüzlerce cani, duygusuz insanlar ortaya çıkmaya başlayacaktır. Güven bana, ellerine asla düşmek istemezsin. Durumun ciddiyetinin farkındasın değil mi?" Cümlesini bitirdikten sonra ayağa kalkıp çocuğa doğru elini uzattı. Çocuk korkmuş gözlerle başını salladı ve karşısında bir elinde hançerini tutarken kendisine diğer elini uzatmış adamın eline, başka bir seçeneği olmadığını düşünerek tutundu. Bir adamın hançerine bir de etrafına bakınmaya başladı. Dede, önce etrafını son bir kez kolaçan etti, ardından kızı da peşine takarak dikkatli bir şekilde sokak aralarından bulundukları kasabanın dışına doğru yönlendi. Çok geçmeden elindeki hançerin farkına vardı. Çocuğa doğru kısa bir bakış attı ve korktuğunu derhal anladı. Telaşla hançerini yerine koymaya çalışırken bir yandan da çocuktan özür dilemeye başladı. "Çok çok özür dilerim. Bunca zamandır seni korkuttum, sana hiçbir seçenek sunmamış gibi oldum. Çok özür dilerim. İstersen seni hemen bırakabilirim... Ama... Ama söylediklerim doğruydu. Surüstü güvenli bir yer değil. Özellikle senin için hiç değil. Seni teslim edebileceğim birileri var mı? Seni onlara götürebilirim." Karşısındaki adamın anlamsız telaşı ve masum görüntüsü kız çocuğunu oldukça rahatlatmıştı. Başını hayır anlamında sağa sola salladı. "Gidebileceğim bir yer yok. Hancı beni bir köle tacirinden almıştı, ayak işleri yapıyordum." Dede, kafasındaki soruların bazıları cevap bulmuş gibi kafasını aşağı yukarı salladı. "Seni, senin gibi çocukların bulunduğu bir yere götürebilirim. Böyle bir yerde sağ kalabilmek için çok şey öğrenmen gerekecek. Hem yalnız da hissetmemiş olursun. Seni çok seveceklerine eminim ama önce buradan ayrılmamız gerek." Çocuk herhangi bir şey söylemeden sadece onaylamak amacıyla başını salladı. 

Sokaklar oldukça tenhaydı. Bazı sokaklarda rüzgarın da etkisiyle bazı evlerin bahçelerine ekilmiş olan ağaçların yapraklarının hışırtılı sesi duyuluyor, taştan yolların üzerinde ufak ufak çöpler uçuşuyordu. Dinlenmek için oturmadan önce kasabanın oldukça dışına gelmiş oldukları için kasabadan ayrılmaları çok uzun sürmedi. Ormanlık arazinin içine girdikten sonra adımlarını biraz daha yavaşlattılar ve Dede konuşmaya başladı. "Surüstü, Suraltı'nın tam zıttı olarak görüp görebileceğin en kirli, en iğrenç yerlerden birisidir. İnsanları yöneten, daha doğrusu yönetebilen kimse bulunmadığı için her türlü illegal... Senin anlayabileceğin dille her türlü yasak iş yapılır. Suraltı'nı hiç gördün mü?" Dede başını yanındaki çocuğa döndü. Çocuk başını hayır anlamında salladı, bunun üzerine Dede devam etti. "Belki bir gün görürsün... Sana nasıl seslenebiliriz?" Çocuk kısa bir süre düşündü. "Bilmiyorum... Sahibim bana sadece çocuk derdi." Dede bir yandan yürümeye devam ederken bir yandan da gözleri önüne takılı kalmıştı. Hiçbir şey söylemeden bir süre düşüncelerinde kayboldu. Bir anda konuşması gerektiğini düşünerek "Sana bir isim bulmalıyız o halde." Cümlesini bitirir bitirmez büyük bir heyecanla devam etti. "İsmini ben koyabilir miyim? Hep bir çocuğum olsun istemiştim." Çocuk Dede'nin yüzüne bir şey söylemeden cevap beklercesine baktı. Teklifinin kabul edildiğini düşünen Dede'nin ciddi yüzü yavaşça gevşedi ve yüzüne hafif bir gülümseme yerleşti. "O zaman... Sana bundan sonra Eleanor diye sesleneceğim." 

İkili uzunca süre yürüdükten sonra Anthor'dan epey uzaklaştılar. Dede kendi kendine düşünmeye, hesap yapmaya devam ediyor, bir yandan da içindekini dışarı vurmak istercesine fısıldayarak konuşuyordu. "Umalım ki bizi kimse görmüş olmasın. Gören olduysa çevre kasabalara yayılması 1-1.5 haftayı, aşağı yukarı tüm Surüstü'ne yayılması da 1.5-2 ayı bulacaktır. Bu topraklarda yerin kulağı, insanların dilinin kemiği yok. Bu kadar insan nasıl bir araya gelmiş olabilir aklım almıyor. Kimse mi mevcut gidişattan şikayetçi olup bir şeyleri değiştirmek için uğraşmadı. Bunda Suraltı'nın çok suçunun olduğuna emin gibiyim. Kirli düşüncelere sahip insanları hoşgörüyle karşılayıp aralarına katmaya çalışmak yerine dışlamasalardı... Bu toprakları belki biz güzel bir yer haline getirebiliriz... Doğru, doğru... Madem insanlara hiçbir şeyi değiştirmeye çalışmadıkları için sitem ediyorum. Kendim bir şeyler yapabilirim, en azından denerim." Konuşurken zaman zaman ağaçların arasındaki silüetlere bakıyor, silüet kaybolduktan sonra gözleriyle yolu takip etmeye devam ediyordu. Küçük Eleanor ise rüzgarın ve yaprakların hışırtısının yarattığı huzurlu ortamda adeta hipnoz olmuş gibi sessizce yürüyordu. İlk defa gördüğü bu yerleri meraklı gözlerle inceliyor, doğanın bu muhteşem haline hayran olmaktan kendini alamıyordu. 

Ormanın derinliklerinde 10-15 dakikalık bir yürüyüşün ardından büyük bir kayanın yanına geldiler. Kayanın önünde 2 fedai nöbet tutuyordu. Dede'yi fark ettiklerinde eğilerek kendisini selamladılar ve hançerlerini önlerine sapladılar. Dede fedailerinin selamlamasına karşılık vererek ikisinin ortasına geldi ve hançeriyle yere bir sembol çizip fısıldamaya başladı. "Fis bellum transportum" Dede büyüyü tamamladıktan sonra sembol beyaz bir ışıkla parlamaya başladı ve kayanın üzerinde bir kapı belirdi. Küçük Eleanor, gördüğü şey karşısında oldukça korkmuş ve çekinmişti. Dede daha önce yaptıklarının yanında buna daha hazırlıklı olabileceğini ummuştu. Çekindiğini fark ettiğinde Eleanor'u rahatlatmak amacıyla seslendi. "Burası güvenli, inan bana... İnanman için kapıyı açıp ilk ben gireceğim. Hem arkadaşlarını kapıdan görebileceksin." Küçük Eleanor yavaşça başını salladı ve beklemeye başladı. Dede sakince kapıyı sonuna kadar açtı ve kapıdan içeri girdi. Eleanor'un şaşkınlığı katlanarak arttı. Gerçekten de içeride onlarca çocuk vardı. Dede, Küçük Eleanor'u içeriye davet etmek amacıyla sağ eliyle içeriyi gösterecek şekilde sağ kolunu uzattı. Küçük Eleanor çekinceli ve korkak adımlarla ilerledi ve kapıdan geçti. Eleanor içeriye girdikten sonra Dede nöbetçi fedailere yeniden selam verip kapıyı kapattı. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dışarıdaki Işık

Dışarıdaki Işık Bilinçli birer insan olarak her birimizin hayata karşı bir bakış açısı, bu bakış açısına aracı olan bir penceresi bulunuyor. Ömrümüz boyunca aynı pencereden dışarı baksak dahi süreçte bu pencere aslında defalarca şekil değiştiriyor, kimi zaman kirleniyor kimi zaman en temiz halini alıyor. Tabii bu pencere sadece bize özgü olsa, ondan sadece biz baksak da kimi zaman empati yoluyla penceremizi paylaşıyoruz karşımızdaki insanla. Yani bir nevi evimizden insanlar gelip geçiyor, bir iz bırakıyor penceremizde. Zamanla bırakılan izler pencereyi tamamen kirletiyor, artık buğulu gözüküyor dışarıdaki her şey. Işıklar sönük, renkler donuk geliyor insanın gözüne. O görüntü yavaş yavaş o hali aldığı için aslında alıştırıyor kendisini evin sahibine. Normalleşiyor, sönük ışığa ışığın verebildiği maksimum aydınlık oymuş gibi; donuk rengin insana verdiği canlılık ancak o kadarmış gibi hissettiriyor. Hal böyle olunca da cam insana artık kirli olarak değil, doğalı buymuş ve en başından...

Ölü Adamın Düşünceleri - Yorumlu

 ÖLÜ ADAMIN DÜŞÜNCELERİ      Bu hikayedeki hemen hemen her şey bir şeyleri temsil ediyor aslında. Yazdığım hemen her şeyi bir şeyleri düşünerek yazdım. Yol da insan ömrünü temsil ediyor. Ama bir yandan da bu hikaye yıllar önce Kağan ve arkadaşı arasında yaşanmış bir anı. Bir farklı yorum da kişinin öldükten sonra defnedilene kadar olanların farkında olması inancına dayanıyor. Yıllar önce Kağan'ın arkadaşı yine kendisine cevap vermiyor kişiliğinden ötürü ama bir yandan da kişinin öldükten sonra öldüğünü fark etmemesini de temsil etmeye çalıştım. Arkadaş yer yer gülümsüyor mesela. Bu anları bir yandan geçmişteki anıda arkadaşın Kağan'ın dediklerine gülümsemesi, bir yandan da Kağan tabutta omuzlarda taşınırken arkadaşının aklına Kağanla ilgili güzel anılarının gelmesi olarak iki farklı şekilde düşündüm. ----- ----- ৹ ----- -----      “Bu mezarlıklar beni hep içinden çıkılmaz derin düşüncelere boğmuştur.” diye mırıldandı yanı başında kendisini sessizce ta...

İnceleme - Atomik Alışkanlıklar

TLDR: Kitap güzel, içerik on numara, gidin okuyun. Kitabı ödünç almış bulunmam dolayısıyla iki günde 270 sayfa okuyarak, yaklaşık 4 yıldır adam akıllı oturup kitap okumamış; okuduğu zaman da azar azar okumuş bir insan olarak konfor alanımın epey dışına çıkmış bulundum bu kitapla birlikte. Bir yandan da hoş oldu tabii böyle olması, bir şeyleri rahatsız etmiş oldum içeride. Peki bu durumdan rahatsız mıyım? Tam aksine böyle bir kitabı okumuş bulunduğum için oldukça mutluyum. Daha fazla uzatmadan kitabın konusunu ve birkaç alıntı ile birlikte yorumlarımı dile getirip yok olacağım ekranınızdan. Kitap, sevdiği işi yaparken hayatı birden bire tamamen değişen James Clear abimizin "İşte atomik alışkanlıklar hayatıma böyle girdi." minvalindeki cümleleriyle başlıyor ve abimiz aslında kitap boyunca anlattığı atomik alışkanlıkları kitabın anlatım şekli içerisine güzelce yedirerek bir yandan da işlemeye başlıyor. Atomik alışkanlıklara biz, yani siz de aynı zamanda, o kadar uzak insanlar de...