Dışarıdaki Işık
Bilinçli birer insan olarak her birimizin hayata karşı bir bakış açısı, bu bakış açısına aracı olan bir penceresi bulunuyor. Ömrümüz boyunca aynı pencereden dışarı baksak dahi süreçte bu pencere aslında defalarca şekil değiştiriyor, kimi zaman kirleniyor kimi zaman en temiz halini alıyor. Tabii bu pencere sadece bize özgü olsa, ondan sadece biz baksak da kimi zaman empati yoluyla penceremizi paylaşıyoruz karşımızdaki insanla. Yani bir nevi evimizden insanlar gelip geçiyor, bir iz bırakıyor penceremizde.
Zamanla bırakılan izler pencereyi tamamen kirletiyor, artık buğulu gözüküyor dışarıdaki her şey. Işıklar sönük, renkler donuk geliyor insanın gözüne. O görüntü yavaş yavaş o hali aldığı için aslında alıştırıyor kendisini evin sahibine. Normalleşiyor, sönük ışığa ışığın verebildiği maksimum aydınlık oymuş gibi; donuk rengin insana verdiği canlılık ancak o kadarmış gibi hissettiriyor. Hal böyle olunca da cam insana artık kirli olarak değil, doğalı buymuş ve en başından beri böyleymiş gibi gözüküyor. Sorun da burada başlıyor, o saatten sonra pencereye hiç kimse dokunmuyor. Dokunsa dahi pencerenin kiri yanında ancak daha kötüye götürüyor. Bu şekilde günler, haftalar hatta aylar geçerken tek tük “Bu pencere niye bu kadar kirli?” diye soranlar çıksa dahi temizlemeye kimse niyetlenmiyor çünkü pencerenin bu hale gelmesinin kolay olmadığını bildikleri gibi temizlemesinin de kolay olmayacağını, zahmet gerektireceğini biliyorlar. Bu noktada insan o sönük ışıklı, donuk renkli evinin içerisinde ömrünü harcayıp gidiyor.
Bu döngü bu şekilde, sonunda bir
gün dışarıdan bir ışık kendisine penceresinin aslında ne kadar pis olduğunu,
gelip geçen kimsenin de temizlemeye niyetlenmeyeceğini fark ettirene kadar devam
ediyor. Artık farkındalığın ve bıkkınlığın pençesinde olan insan toparlıyor
aletini edevatını, silip süpürüyor penceresinde ne varsa. Pencereye elini
sürdükçe de renkler canlanıyor, ışıklar parıldamaya başlıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder